09 Ocak 2012

İffetli Olmak, Vicdan ve Sevgi


Terbiyen seni çok güzel yapıyor. İmanın çok güzel yapıyor. Haysiyetsiz bir kadın güzel olmuyor. Hoş olmaz. Etkileyici olmaz. Bilmiyorum, bazen görüyorsunuz, orda burada böyle, çok çok özür dilerim, ahlakı iyi olmayan kadınlar, ne kendilerine saygısı olur onların, ne karşısındakinin onlara saygısı olur, ne kendilerine değer verirler, ne karşısındaki onlara değer verir. İçlerinde sürekli öfke olur öyle kadınların. Karşısındakilerde de onlara karşı öfke olur. O yüzden it gibi dalaşıyorlar dikkat ederseniz. 

Bazı televizyon programlarına çıktıklarında görüyorsunuz. O ona laf sokuyor, o ona laf sokuyor. Çünkü ikisi de birbirini haysiyetsiz görüyor. İkisi de birbirini kalleş ve kahpe görüyor. Çok kötü. Değersiz olduğunu her haliyle hissettirmeye çalışıyor. 

Hâlbuki kadın, değer verildiğinde, saygı duyulduğunda çok güzeldir. Onurlu olduğunda güzeldir ve kadını iffet çok güzelleştirir. İffet, tabii. Herkesin olan bir kadın yahut çok kişinin olan bir kadın kendine saygı duymaz. Çok olumsuz etkisi olur. Ama helale, harama dikkat eden bir kadın çok güçlüdür. Helale, harama dikkat eden bir erkek çok güçlüdür. 

Çünkü helale, harama dikkat etmiyorsa sınır yok. Sınır olmayınca insanın beyni boşalır, ruhu boşalır. Gücünü kaybeder insan. Mesela bir oda düşünün, duvarı yok. Oda olmaktan çıkar o. Duvarı varsa, duvarı süslüyse oda olur o. Sarayın duvarı var değil mi? Sen büyük bir saraya girmişsin, duvarı yok bu sarayın. Nedir? O saray olmaktan çıkar. Boşluk olur artık o. Aynı şekilde gayrimeşru ruha sahip insanlarda, böyle helal, haram sınırı olmayan insanlarda uçsuz bucaksız bir boşluk olur. Beyninin içi, ruhunun içi, bomboş olur. Hayatın da bir gayesi olmaz, anlamı olmaz. İnsanların da onun için bir anlamı olmaz. Mesela benim güzelimde bir tatlılık, hoşluk var. Niye? Çünkü mazlum, terbiyeli ve hoş. Nezaketli bir insan. Değer verilecek bir insan, saygı duyulacak bir insan. O yüzden insan etkileniyor. Hoşuma gidiyor. Yani sevgi duyuyorum. İçimde bir samimi sevgi oluşuyor. 

Öbür türlü ben kendimi inandıramam. Ben istediğim kadar kendimle uğraşayım, “sen bu insanı sev” diyeyim, bedenim, ruhum kabul etmez. İkna ile olmaz bu işler. Gerçekten öyle olması lazım. Çünkü belki bir insan bazılarını kandırabilir de, kendini kandıramıyor insan. 

İnsanın kendisi bayağı uyanıktır. Çok akıllıdır. Hiçbir şekilde kanmaz. İstediğin kadar “sen bunu sevmeye çalış” de, şunu de bunu de, eğer değersizse beyin ona müsaade etmiyor. Sevdirtmiyor. Eğer değerliyse de istediğin kadar diren “sevmeyeyim” diye, deli gibi seversinİstediği kadar telkin yapsınlar çevreden, “aman bu çok tehlikelidir, uzak durun”, “çok kötü bir adam”, “aman tehlikeye düşersiniz”, “size zarar gelir”, istediği kadar desin, beyin artık ona inanmıyor. Çünkü o gördüğüne inanıyor beyin. 

Mesela Resulullah (sav)’e de çoğu insanlar dediler ki “büyücü”, “yalan söylüyor”, “insanları kandırıyor”. Kardeşim, sen söylüyorsun, şehrin ileri gelenleri söylüyor ama göz başka türlü görüyor, kulak başka türlü duyuyor. Göz, dürüst olduğunu söylüyor. Tatlı olduğunu, iyi olduğunu söylüyor. Kulak da bunu söylüyor. Akıl da bunu söylüyor. Şimdi adamın sözüne beyin nasıl inansın? O durumda insan beynine inanıyor işte. Ona vicdan deniyor.

Vicdansız adam beyninin verdiği emri dinlemez. Beyninin verdiği doğru bilgiyi dinlemez. İşte o zaman beyinle vücudu çatışıyor. Beyni ile ruhu çatışmaya girer ve müthiş gerilim oluyor. Onun sonucunda vücut simsiyah olur. Çöker, çürür. Leş gibi olur. Bakışları bozulur, tavrı bozulur, ağzı, burnu bozulur, kafası, beyni bozulur. Ses tonu, vücut kokusu bile iğrenç bir hale gelir. Her şeyi pis hale gelir. Çünkü vücut ayakta ölür. 

Vücut hücreleri sevgiye duyarlı olduğu için, vücut ihanete uğradığını anladığı için, beden ihanete uğradığını anladığı için, artık beden, kendine saldırmaya başlıyor. Ve kendini öldürmeye başlar. Onun için öyle çökmüş kadınlar görüyorsunuz. Perişan insanlar görüyorsunuz. Oksit sarı böyle, mahvolmuş insanlar görüyorsunuz. Sevgisizlikten oluyor o. Tabii hastalıktan olanlar ayrı fakat genelinde sevgisizliktir. Mesela bel fıtığı oluyor, sinirli; sinirin kökeni de sevgisizliktir. Sevgide sinir olmaz. Sinir olmayınca da bel fıtığı olmaz. Boyun fıtığı oluyor, bilmem ne oluyor, travma dışında genellikle, tıbben de açıkça sabittir; gerilimden olur. Sinirden olur. Sinirsel gerilim. Sinir bozukluğundan olur.

İnsan zayıf yaratılmış. Sevgisizliğe dayanamaz hücreler. Hücre, “benim sevgim nerde” diyor. “Sevgi yok” diyor adam. “Benim şefkatim nerde” diyor. “Yok” diyor. Her hücre canlı. “Bana su ver” diyor, suyu veriyor, “yiyecek ver” diyor, veriyor. “Ama benim hayati ihtiyacım sevgi, onu ver” diyor. “Onu vermiyorum” diyor. Bir insana sen yiyecek verirsin, su verirsin. Hava vermeyince ne olur, oksijen alamayınca? Ölür. Aynı oksijen gibidir sevgi de. Onu kestin mi yiyecek versen de, en ala yiyecekleri yese de; havyarla besleniyor, bilmem neyle besleniyor ama beden ölür. Çünkü asıl ihtiyacını alamıyor. Sevgisizlikte feci şekilde çöker.

Genç kızlar oluyor. Acayip güzel, pırıl pırıl, ben görüyorum, nur gibi, acayip tatlı, çok hoş, cazibeli, çok tatlı genç kızlar. Evleniyor bir çakalla, bazıları için söylüyorum. Parasına tamahen, arabasına tamahen, kaşına gözüne tamahen elin çakalıyla evleniyor. O köpek ona öyle bir psikolojik baskı ve o kadar şiddetli sevgisizlik uyguluyor ki, bir bakıyorum, iki yıl, üç yıl sonra bir görüyorum, yaşlanmış. Anneanne gibi olmuş. Çökmüş kadın. İki büklüm olmuş. Etrafınızda çok görüyorsunuzdur. “Daha üç yıl önce bu terü taze genç kızdı, filinta gibi, ne oldu buna?” diyorsun. İşte o herifin sevgisizliği ona enjekte etmesiyle oluşan ağır zehirlenmenin sonucunda vücut öyle çöküyor işte. O orada ciddi bir sevgi, muhabbet görse daha dinçleşir, daha güzelleşir. Suratı bir karış. Ölü gibi yaşıyor. Kocası onun gardiyanı oluyor. Ev onun hapishanesi oluyor. Odası onun hapishane hücresi oluyor. Akşamdan akşama gardiyanı geliyor, ona yiyeceğini veriyor, parasını veriyor, yine gidiyor, yine gardiyanı geliyor… Sonunda o zavallı kadın, öyle ölüyor. 

Aynı şekilde, sevgiyi yaşayamayan erkek için de iş yeri onun için hapishanedir. Evi de onun hapishanesidir. O hapishanede ölümünü bekler. Müebbet hapse mahkum olmuş bir kişi gibidir. Nereye gitse o hapsin azabını çeker. Çünkü dışarıya çıkıyor, kimseyi sevmiyor, içeriye giriyor kimseyi sevmiyor, yalnız başına. Hapishanede tecritli yaşıyor gibi, tek başına. Her gün elem, her gün azap, sonunda bedeni dayanamayıp onlarda da çökme oluyor. 

İşte İslam en başta bu belayı ortadan kaldırıyor. En başta kaldırdığı belalardan biri budur. Bu derde, onun için şifadır. Şeytandan Allah’a sığınırım: “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle felah bulur” diyor Cenab-ı Allah. Kastettiği mana budur. Öbür türlü dünya kâbus gibidir, çok korkunçtur.



Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın, "8 Kasım 2011tarihinde A9 TV'de yaptığı sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  
adresinden seyredebilirsiniz. 

...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder