İnsan belirli bir
bilinç düzeyine eriştikten sonra sorar kendine; “Ben neyim? Nerden geldim? Niye
yaratıldım? Kim yarattı? Neden yarattı? Ne yapmam gerekiyor?” diye insanın
aklından geçer. Çünkü her şeyin bir sebebi var. Mesela elimde dolmakalem var,
yazmaya yarıyor. Bardak var, içmeye yarıyor. Mesela kameralar var. Hepsinin bir
amacı var. İnsanın da bir amacı var. Biz bunu düşünmek durumundayız.
Kendimizi sıkmadan
baktığımızda şaşırtıcı bir şeyle karşılaşıyoruz. Bir kere renkli bir alem var.
Lacivert, kırmızı, yeşil her şey çok biçimli ve çok keskin ve düzgün. Sese
bakıyoruz çok kaliteli geliyor, en kaliteli teypte yok bu ses. Artık stereo
sistemler var. Onlarda bile bu kadar kaliteli bir ses olmuyor. Beynimizin
içindeki sisteme bakıyoruz; şu kadarcık bir et parçası, bunlar sağlıyor.
Görüntüye
bakıyoruz iki tane kamera. Sudan oluşuyor bunlar. Sudan oluşan bir mercek ne
kadar netlik sağlayabilir nihayet? Görüntüyü ne kadar net verebilir? Kristal
bile, kristal cam bile bu kadar görüntüyü net vermez. Görüntüye bakıyoruz
nefis, üç boyutlu, acayip net.
Mesela ben seni o
kadar net görüyorum ki inanmayan beri gelsin. Beynimin içindesin sen şu an
görüntü olarak. Ama uzakta görünüyorsun. Hakikaten uzaktaymışsın gibi. Bir
metre filan uzağımda görünüyorsun. Halbuki beynimin içindesin. Sesin uzaktan
geliyor, halbuki uzakta değil. Sesin de beynimin içinde.
Mesela dokunuyorum.
Dokunma da üç boyutlu. Öyle bir his geliyor ki bana uzakta gibi, uzakta
hissediyorum, o da beyinde. Çok acayip, çok sarsıcı bir şey. Bütün dünyanın bu
harikulade durumu görüp Allah’a aşkla, muhabbetle bağlanması lazım. Ne kadar
şahane!
Cenneti de bu
sistemle yaratıyor Allah. Ne güzel! Düşünüyorum, 100 sene sonra bunlardan
(şimdiki insanlardan) bir tanesi ortada kalmayacak. Tek kişi kalmayacak. Hiç
yok. 100 sene sonra tamamı toprağın altında, kemik olmuş oluyor.
Bir de yine
düşünüyorum, bunların hangisi Allah’ı düşünüyor orada acaba? Akıllarından
geçiriyorlar mı, o kafalarından? Mesela çocuklar hakikaten gençler şu an.
Mesela 18 yaşında, 17 yaşında filan manken kızların. Bu çocuklar 22-23 yaşına
geldi mi “siz yaşlandınız, hadi gidin” diyorlar. En fazla 25 yaşına kadar, hadi
26 olsun. Müsaade etmiyorlar, sonra gönderiyorlar. Sonra ne oluyor o çocuklar?
Mesela o günlerde çok hakikaten göğüslerini gere gere gidiyor keratalar. Sanki
çok önemli bir görev ifa ediyorlarmış gibi. Delikanlıları şekilden şekle sokuyorlar
çocukları ellerini, yüzlerini. O günler süratle gidiyor. Onlar Allah’ı
düşünecek bir vakitleri olmuyor gibi görünüyor.
İnsan bir düşünür,
“tamam ben geçtim, birden bire geliştim büyüdüm. Ama 23-24 yaşında bu adamlar
bizi gönderiyor.” Demek ki bir anda yaşlanıyorsun sen. Bir şey oluyor. 24
yaşında yaşlanıyorsan sen bir düşün. 24 yaşında seni yaşlı görüyor adam artık
düşün. 30 yaşında zaten kale almıyor, 40 yaşında zaten babaanne muamelesi
görüyor adamlar. Yani o derece olay kapanıyor. Böyle bir dünyada bu kadar
dünyaya kendini kaptırmanın alemi ne?
Dünyayı sevelim,
tamam. Güzelliklerini sevelim, insanları sevelim, müziği sevelim, neşeyi
sevelim, güzel evleri sevelim ama Yaratana niye şükredilmiyor? Sadece
şükredeceğiz “elhamdülillah” diyeceğiz. “Yarabbi ne güzel yarattın. Ne güzel
bizlere verdin bu nimetleri. Sana teşekkür ediyoruz” diyeceğiz. Adam bunu demek
istemiyor. Allah’ın bu zoruna gidiyor. İşte o zaman da bela veriyor. Elinden
alıyor o zaman o nimeti. Ne olur herkes birbirini sevse? Herkes arkadaş olsa,
kimse kimsenin gıybetini yapmasa, kötü düşünmese, canını yakmasa. Mesela genç
kızlar göğsünü gererek gezsinler. Kimse üzmesin onları, korkutmasın, dedikodu
olmasın, egoistlik olmasın, bencillik olmasın, fakirlere şefkat duyalım.
Fakir diye bir şey
kalmasın bir kere. Niye fakir olsun? Niye fakir kalacak? Ne kadar utanç verici
bir şey. Ben acayip zengin yaşayacağım, pirzolaları çekiştirerek yiyeceğim,
adam çöplükte ekmek toplayacak, “ne kadar keyfim yerinde” diyeceğim. Çok
huzursuz edici bir şey bu. Beraber sofrada pirzola yersek bu güzel olur.
Mesela yaşlıları
niye üzsünler? Adamları götürüp düşkünler evine bırakıyorlar bilmem ne. Ne
kadar acı bir şey. Ne kadar korkunç. Filmlerini görüyorum, insanın içi
burkuluyor. Bakamıyorum. Yani acayip rahatsız edici. Yaşlı mahallenin süsüdür.
Ne güzel bastonuyla bir dedenin eve gelmesi. Düşünebiliyor musunuz sakallı bir
dede evle. Ne hoş bir şey. Bir babaanne başörtülü ne şeker. Bir köşede oturması
onun. Onun sohbet etmesi, şakaları onların. Bir güzelliktir. Ne hoş. Sofrada
onların bulunması ne güzel. Oturup onları oralara buralara göndermek, eziyet
çektirmek, onları üzmek falan çok acayip.
Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın, "3 Ekim 2011" tarihinde A9 TV'de yaptığı sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr adresinden seyredebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder