09 Ekim 2011

Hayatın Anlamı Nedir?


İnsan belirli bir bilinç düzeyine eriştikten sonra sorar kendine; “Ben neyim? Nerden geldim? Niye yaratıldım? Kim yarattı? Neden yarattı? Ne yapmam gerekiyor?” diye insanın aklından geçer. Çünkü her şeyin bir sebebi var. Mesela elimde dolmakalem var, yazmaya yarıyor. Bardak var, içmeye yarıyor. Mesela kameralar var. Hepsinin bir amacı var. İnsanın da bir amacı var. Biz bunu düşünmek durumundayız.
Kendimizi sıkmadan baktığımızda şaşırtıcı bir şeyle karşılaşıyoruz. Bir kere renkli bir alem var. Lacivert, kırmızı, yeşil her şey çok biçimli ve çok keskin ve düzgün. Sese bakıyoruz çok kaliteli geliyor, en kaliteli teypte yok bu ses. Artık stereo sistemler var. Onlarda bile bu kadar kaliteli bir ses olmuyor. Beynimizin içindeki sisteme bakıyoruz; şu kadarcık bir et parçası, bunlar sağlıyor.

Görüntüye bakıyoruz iki tane kamera. Sudan oluşuyor bunlar. Sudan oluşan bir mercek ne kadar netlik sağlayabilir nihayet? Görüntüyü ne kadar net verebilir? Kristal bile, kristal cam bile bu kadar görüntüyü net vermez. Görüntüye bakıyoruz nefis, üç boyutlu, acayip net.

Mesela ben seni o kadar net görüyorum ki inanmayan beri gelsin. Beynimin içindesin sen şu an görüntü olarak. Ama uzakta görünüyorsun. Hakikaten uzaktaymışsın gibi. Bir metre filan uzağımda görünüyorsun. Halbuki beynimin içindesin. Sesin uzaktan geliyor, halbuki uzakta değil. Sesin de beynimin içinde.

Mesela dokunuyorum. Dokunma da üç boyutlu. Öyle bir his geliyor ki bana uzakta gibi, uzakta hissediyorum, o da beyinde. Çok acayip, çok sarsıcı bir şey. Bütün dünyanın bu harikulade durumu görüp Allah’a aşkla, muhabbetle bağlanması lazım. Ne kadar şahane!

Cenneti de bu sistemle yaratıyor Allah. Ne güzel! Düşünüyorum, 100 sene sonra bunlardan (şimdiki insanlardan) bir tanesi ortada kalmayacak. Tek kişi kalmayacak. Hiç yok. 100 sene sonra tamamı toprağın altında, kemik olmuş oluyor.
Bir de yine düşünüyorum, bunların hangisi Allah’ı düşünüyor orada acaba? Akıllarından geçiriyorlar mı, o kafalarından? Mesela çocuklar hakikaten gençler şu an. Mesela 18 yaşında, 17 yaşında filan manken kızların. Bu çocuklar 22-23 yaşına geldi mi “siz yaşlandınız, hadi gidin” diyorlar. En fazla 25 yaşına kadar, hadi 26 olsun. Müsaade etmiyorlar, sonra gönderiyorlar. Sonra ne oluyor o çocuklar? Mesela o günlerde çok hakikaten göğüslerini gere gere gidiyor keratalar. Sanki çok önemli bir görev ifa ediyorlarmış gibi. Delikanlıları şekilden şekle sokuyorlar çocukları ellerini, yüzlerini. O günler süratle gidiyor. Onlar Allah’ı düşünecek bir vakitleri olmuyor gibi görünüyor.

İnsan bir düşünür, “tamam ben geçtim, birden bire geliştim büyüdüm. Ama 23-24 yaşında bu adamlar bizi gönderiyor.” Demek ki bir anda yaşlanıyorsun sen. Bir şey oluyor. 24 yaşında yaşlanıyorsan sen bir düşün. 24 yaşında seni yaşlı görüyor adam artık düşün. 30 yaşında zaten kale almıyor, 40 yaşında zaten babaanne muamelesi görüyor adamlar. Yani o derece olay kapanıyor. Böyle bir dünyada bu kadar dünyaya kendini kaptırmanın alemi ne?

Dünyayı sevelim, tamam. Güzelliklerini sevelim, insanları sevelim, müziği sevelim, neşeyi sevelim, güzel evleri sevelim ama Yaratana niye şükredilmiyor? Sadece şükredeceğiz “elhamdülillah” diyeceğiz. “Yarabbi ne güzel yarattın. Ne güzel bizlere verdin bu nimetleri. Sana teşekkür ediyoruz” diyeceğiz. Adam bunu demek istemiyor. Allah’ın bu zoruna gidiyor. İşte o zaman da bela veriyor. Elinden alıyor o zaman o nimeti. Ne olur herkes birbirini sevse? Herkes arkadaş olsa, kimse kimsenin gıybetini yapmasa, kötü düşünmese, canını yakmasa. Mesela genç kızlar göğsünü gererek gezsinler. Kimse üzmesin onları, korkutmasın, dedikodu olmasın, egoistlik olmasın, bencillik olmasın, fakirlere şefkat duyalım.

Fakir diye bir şey kalmasın bir kere. Niye fakir olsun? Niye fakir kalacak? Ne kadar utanç verici bir şey. Ben acayip zengin yaşayacağım, pirzolaları çekiştirerek yiyeceğim, adam çöplükte ekmek toplayacak, “ne kadar keyfim yerinde” diyeceğim. Çok huzursuz edici bir şey bu. Beraber sofrada pirzola yersek bu güzel olur.
Mesela yaşlıları niye üzsünler? Adamları götürüp düşkünler evine bırakıyorlar bilmem ne. Ne kadar acı bir şey. Ne kadar korkunç. Filmlerini görüyorum, insanın içi burkuluyor. Bakamıyorum. Yani acayip rahatsız edici. Yaşlı mahallenin süsüdür. Ne güzel bastonuyla bir dedenin eve gelmesi. Düşünebiliyor musunuz sakallı bir dede evle. Ne hoş bir şey. Bir babaanne başörtülü ne şeker. Bir köşede oturması onun. Onun sohbet etmesi, şakaları onların. Bir güzelliktir. Ne hoş. Sofrada onların bulunması ne güzel. Oturup onları oralara buralara göndermek, eziyet çektirmek, onları üzmek falan çok acayip.

Ülkeler falan. Mesela İsrail rahatsız. Türkiye niye saldırsın? Türkiye son derece şefkatli bir ülke, merhametli bir ülke. Biz sevgi dolu bir milletiz. Kime saldırmışız da İsrail’e saldıralım, bilmem nereye saldıralım? Türkiye yatıştırıcıdır. Çok makuldür bizim milletimiz. Makuldür, tutarlı, insancıl, halim selimdir. Türk ordusu da öyle çok makul. Dolayısıyla bizim milletimiz iyidir, güzeldir. Bizim milletimiz insan sevgisiyle doludur, sevecendir. Yeni nesil de çok güzel. 


Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın, "3 Ekim 2011" tarihinde A9 TV'de yaptığı sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder