29 Eylül 2011

Çeşitli Konular


>>> Bir çok hocanın hatası var, yanlışı var. Her görüşün ayrı bir bakış açıcı var. Mesela Şii kardeşlerimizin görüşlerinde yanlışlıklar vardır, Vahhabilerin vardır, Sünni  kardeşlerimizde mesela Hanefilerde var, Şafilerde var, Malikilerde var, Hanbelilerde var. Herkeste oluyor yanlışlık. Her insanda hata olur. Ben de insanım, benim de hatam olur. Büyük hoca efendilerin, mesela şeyh efendilerin, onların da hataları olur. Herkes eleştiriliyor. Eleştirilmeyen insan var mı? Kardeş olacağız. Birbirimizi seveceğiz.  Öyle kafa yok. Nefret kafası olmaz. Fikirlerine saygı duyarız, anlatırız. “Hocam, şu konuda biz size katılmıyoruz, delilleri şu” dersin. Ama nefret etmeyiz. Öfkeyle yaklaşmayız. O zaman kimse kimseyle görüşemez.  Herkesin hatası olabilir. Biz herkesi hatasıyla seviyoruz, şefkat duyuyoruz. Hatasına katılmıyoruz. İsabetli yönlerine katılırız. Yaşar Nuri Hocanın isabetli yönleri yok mu? Var. Gençlik, aydınlardan çok fazla İslam’a giren oldu vesilesiyle. Müslümanlığı seven insan oldu. Bu bir hizmettir. Yanlış yönleri eleştirirsin, o kadar. Saygısızlık yapmaya gerek yok.


>>> İsa Mesih (as) tabii çok acayip o. Yani Mehdi bana makul geliyor. Ama onda metafizik yön çok şiddetli. Yani bir insanın 2000 yıl başka boyutta olup bu dünyaya yeniden gelmesi çok muhteşem bir olay, çok büyük bir olay, çok şaşırtıcı bir olay. Mehdi (as)’ın da 1400 yıl önce hatta 3000 yıl önce Tevrat’ta bu kadar detaylı anlatılması, çok detaylı anlatıyor Tevrat’ta, Zebur’da da anlatılıyor. Aynısıyla Tevrat’ın tarif ettiği şekilde, Peygamberimiz (sav)’in tarif ettiği şekilde, milimi milimine, santimi santimine, aynısıyla zuhur etmesi çok acayip, çok şaşırtıcı ve ne kadar adetullaha da uygun. Mesela Bediüzzaman “Mehdi kendisini bilmez. Kendisi dahi kendisini bilmez” diyor. Hayret. Bütün alametler uyacak, ama o kişi, o mübarek, o muhterem kendini bilmeyecek, fark edemeyecek. Yani kanaati gelmeyecek, “acaba” diyecek. Çok şaşırtıcı. Mesela İsa Mesih (as) de öyle. Başlangıçta bilmiyor kendisini inşaAllah.


>>> Dünya nasıl sancıdan geçiyor. Her hakimiyette böyle muazzam bir sancı oluyor. Hz. Süleyman (as) devrinde de öyle. Hz. Süleyman’ın hakimiyetinden önce muazzam bir sancı vardı. Zülkarneyn’de de öyleydi. Şimdi de öyle oluyor. Yani çok hayret verici bir adetullah var.Allah’ın bir kanunu var. O işliyor maşaAllah.

 Yer gök yıkılıyor maşaAllah. Şeytanın orduları panik vaziyette, deliler gibi kaçıyorlar. Hizbullah, Allah taraftarları da yeri göğü ilimle, bilimle, sevgiyle nurlandırmaya devam ediyor maşaAllah. Bunlar müjde haberleri işte. Her yerden bu tarz müjde haberleri geliyor. Hepimiz bunu yaptığımızda konu bitecek. Bu kadar. Çünkü şeytan insanları ince ince eğitmeye çalışıyor. Televizyonları var, radyoları var, interneti var, gazeteleri var, dergileri var. Şeytanın da imkanları var. Onlar da ince ince çalışıyor. Biz de şeytanın ordularına karşı ince ince ilimle çalışacağız ama zafer Allah taraftarlarının. Zafer; biz galip geleceğiz inşaAllah. Tarihin bazı dönemlerinde şeytan galip gelmiştir. Çoğu zaman şeytan galip gelmiştir. Zülkarneyn, Süleyman ve Mehdi devri. Peygamberimiz (sav) bildirmiş. Üç devirde hakimiyet var. Şimdi bu devirdeyiz.



Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'de ''27 Eylül 2011'' tarihindeki sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz. 

Teröre Çözüm


PKK saldırısı durmaz. Her gün yapar onlar. Söyledim. Yapacaklar. Ve siyasetle, polisle, jandarmayla durmaz. “Durmaz” diyorsam, durmaz. 

Durduracak bir tane yöntem var. Bilimsel karşı çalışma. Marksisizm geçersizdir, anlatırsın. Leninizm’in geçersizliğini anlatırsın. Darwinizm’in geçersizliğini anlatırsın. Adam diyor ki, “ben bomboş bir amaç uğruna mücadele ediyorum. Genç yaşta gidip canımı veriyorum. Bu inancın bir anlamı yok” diyecektir adam. Şu an adam derin imanla iman ediyor. Yani “bu felsefe, diyalektik felsefe, Leninizm gerçekten doğru” diyor. “Bu bir kurtuluş yolu” diyor. “Hakikaten hayatın bir gerçeği” diyor. “Yüzde yüz gerçek bu” diyor. “Bilimsel bir gerçek. Hayatın bize sunduğu, açık delilleri olan, net, bilimsel bir sonuç” diyor. 

Ama sen karşısına çıkarsan, “arkadaşım bak Darwinizm safsata, al sana delil” de. “Marksisizm, Leninizm safsatadır.” Çünkü Darwinizme dayanıyor bütün zemin. “Bak buyurun delilleri.” Adam ne der? “Ben ne yapıyorum ya?” der. “Canımı veriyorum. Malımı veriyorum. Gençliğimi veriyorum bomboş bir amaç uğruna. Boş iş bu” diyecek. 

Şu an ne yapıyorlar? “Gelin sizi evlendirelim çocuklar? Ananızın babanızın yanına dönün. Babanız özlemiştir” falan. Anasını babasını adam özler mi? Komünist adam ne özleyecek? Onları zaten maymun türü olarak görüyor adam. Kendini de maymun türü olarak görüyor. Ve annesini babasını da cahil insanlar olarak işte proleteryanın mensubu olan fakat gerçeklere daha ulaşamamış halk yığınları olarak görüyor. Hangi komünist annesinin, babasının peşinde olur? Nerede görülmüş bu? Hangi komünist ailesine dönmek derdinde olur? Öyle bir konusu olmaz. Adam hayatını veriyor, hayatını. Can alıp can vermeye adamış kendisini adam. Anasını, babasını düşünür mü öyle adam? “Gidin, ananızın sıcak çorbasını için.” Yani kardeşim bunlar sadece boş vakit kaybettirir. Bunlar boş laflar. Böyle bir şey olmaz. Marksizm’i, Leninizm’i tanımayan bir devlet görevlisi, Marksizm’i, Leninizm’i eleştiremeyen bir devlet görevlisi konuyu anlayamaz zaten. O zaman anne baba muhabbetine başlar. Yani normal sanki Türkiye’de bir herhangi bir ilde bir aile sohbetinde konuşuyor gibi. 

Hani bazı çocuklar olur. Esrarkeş olur, kendini içkiye verir. Bilmem ne yapar. Derler, “oğlum evlen. Çoluk çocuk sahibi ol.” “Aa doğru ağabeycim.” Böyle bir durum yok ki burada. Adam beş yıl, on yıl dağlarda komünist eğitim almış. Sen diyorsun ki, “gel, anan sana çorba yapsın.” Dalga geçer gibi. O zaman Kamboçya’da, Çin’de efendim başka komünist ülkeler de aynısını yapması gerekiyordu. “Gelin size ananız çorba yapsın, için” diye. Böyle metod olmaz, böyle yöntem de olmaz. Boşa vakit kaybetmiş oluruz. Çoktan bu iş bitmiş olacaktı dediğim yapılsaydı. Sürekli konu uzuyor.Demagoji ile bir yere varılmaz. Yani Marksist ideolojiye karşı demagoji ile cevap verirsen, Marksizim ilerler. Diyalektik felsefeye, Leninist, Stalinist düşünceye, Darwinist-materyalist düşünceye demagoji ile cevap veremezsin. Klasik demagoji ile cevap veriyorlar, bir çok kişi. Demagoji de onları sadece kızdırır. Başka bir şeye yaramaz. Ve daha hırslı olmalarına sebep olur.

Bir kere devlet taraf olmayacak. Diyalektik felsefeyi, materyalist felsefeyi devlet savunamaz.Devlet bunun arasında tarafsız olmak durumundadır. Yaratılışı da anlatacak, diyalektik felsefeyi de anlatacak. Başka şeyleri de anlatacak. Ona okuyan kendi karar verecek. Tek taraflı eğitim var. Sürekli söylüyorum. Hiç duydunuz mu? Proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceği devlet kitaplarında hiç okudunuz mu? Yazmaz. Yok öyle bir şey. Bilimsel bir gerçek, ama yazmıyor. Madem devlet bilimi savunuyor. Bilimi anlatsın işte. Bir proteinin meydana gelemeyeceği bilimsel bir gerçek olduğuna göre, bütün bilim adamları kabul ettiğine göre.. Devletin kitaplarında bilim yok. İşte bilimin gereği olanı anlatsınlar. Yok. Üç yüz elli milyonun üstünde fosil yaratılışı anlatıyor. Devletin kitaplarında görebiliyor musunuz? Yok. Bilimsel bir gerçek o. Paleontolojinin ortaya koyduğu bir gerçek. Bu da yok. O zaman devlet taraf gibi olmuş oluyor. Yani diyalektik felsefeyi savunan taraf olmuş oluyor. Olmaz o zaman. Devlet bilimde tarafsız olmak durumundadır. Materyalizm bir inançtır. Materyalizmi devlet savunamaz. İki görüşü de sunmak durumundadır. Ama müdahale etmez, o kadar.

PKK’ya karşı ilmi mücadele yapılmıyor. En vahim eksik budur. Bilimsel mücadele yapılmıyor. Bundan büyük eksik olur mu? Adamlar ideolojik propaganda yapıyor. Geceli gündüzlü ideolojik propagandayla adamları dağa çıkarıyor. İdeolojik propaganda sonucunda adamlar canını verecek hale geliyorlar, malını verecek hale geliyorlar. Bu ideolojik propagandaya karşı ideolojik propaganda yok. Karşı mesela anti-diyalektik felsefe, anti-Darwinist, anti-komünist, anti-Stalinist faaliyet yok. Bu çok hayatidir. Nasıl tam olur? Olur mu? Vahim bir eksiklik var. Bunu kabul edip, düzeltmek gerekiyor. Yani “yok” derse, doğru söylememiş olur. Olur mu öyle şey? Var.

Kalplerine jandama konacak, kalplerine. Biz “jandarmayla hallolsun” demiyoruz ki. Zaten “jandarmayla olmaz” diyoruz. “Jandarmayla, polisle, askeri operasyonla olmaz. İlmi çalışmayla olur” diyoruz. Kalplerine jandarma koyacaksın. Ne yapacaksın? Kuran hakikatlerinin anlatılması gerekiyor. Darwinizmin, materyalizmin geçersizliğinin anlatılması gerekiyor. “Devlet Kuran’ı anlatamaz”, anlatabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla anlatabilir. Ama bilimsel eğitim, bilimin gerçeklerini nasıl anlatamaz devlet? Yani bir proteinin tesadüfen meydana gelip gelmediğini devletin profesörler bilmiyor mu? Biliyorlar. Bu gerçeği söyleyecekler. Diyecekler ki, “arkadaşlar, bir protein tesadüfen meydana gelemez. Proteinin meydana gelmesi metafiziktir.” Gerçek bu. Herkes bunu kabul ediyor. Dawkins, o da diyor. “Uzaylılar yaptı” diyor. “Bilimsel olarak mümkün değil, tesadüfen olması” diyor. Bunun anlatılması lazım. Biz “jandarmayla olacak” demedik ki. “Bilimsel eğitimle olur” dedik. En vahim eksik budur. Bunu görmezden gelince artık bunun arkasına ne söyleyelim biz?

Devlet her türlü tedbiri aldı. Yani akla hayale gelecek her türlü tedbiri aldı. Her türlü operasyonlar yapıldı. Sınır operasyonlar  yapıldı. Defalarca yapıldı. On binlerce asker katıldı. Hiçbir netice alınamadı. Alınamaz da zaten. Ama bilimsel çalışma sonucunda net netice alınır. Çünkü adamın inancını bozmuş oluyorsun. Adamın dinini, felsefesini bozmuş oluyorsunAdam felsefesini, dinini kaybetti mi, gücünü kaybeder. Ama adama “ben senin felsefene bir şey diyemem. İnancına bir şey diyemem” dersen, adam kendinden emin olur o zaman. Doğru yolda olduğuna inanır. Çorba demagojisi netice getirmez. Akılcı, bilimsel açıklama yapılması gerekiyor. Devlet yapamazsa bize müsaade etsinler. Biz yapalım. Ya devlet yapsın. İkisinden birisi. Yani “yanlış” diyen bana söylesin. Hiç kimse “yok yanlış düşünüyorsun. Böyle bir şey yok demedi” bana. Çok devlet görevlisiyle görüştüm. Kimle konuşsam “haklısın” diyorlar. Peki o zaman niye yapmıyoruz? Yani ne mahsuru var bunun? TRT’yi kullanacağız. TRT’nin imkanları uçsuz, bucaksız. Basın kullanılacak, internet kullanılacak. Konu bitecek. Bu kadar basit, çok açık. Onun dışında netice alınamadığını herkes gördü. Sürekli terörü kınıyoruz, terörü kınıyoruz, terörü kınıyoruz. Yüzlerce, binlerce kere duyduk. “Hainlerin işte eli kırılsın. Bu hainliktir. Yaptığınız caniliktir, alçaklıktır. Çok acımasızsınız.” Zaten “ben aksini iddia etmiyorum” diyor adam. Adama iltifat gibi gidiyor onların söylediği zaten. “Biz zaten öyleyiz” diyor, adamlar. Adama diyor, “cani” diyor. Zaten adam cani olduğunu söylüyor. “Ben aksiyim” demiyor ki zaten.



Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'de ''27 Eylül 2011'' tarihindeki sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz. 

Telkinin Önemi


İnsanlardaki gaflet perdesinin kalkması için telkin çok önemlidir

Bazı insanların, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilimi vardır. Eğer bu gelenek ve örf, Kuran ahlakına uygunsa, bunların yaşanmasında bir sakınca yoktur. Fakat Kuran’da bildirilen hükümlere uygun olmayan, İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah’ın indirdiği Kitap’tır; bu ilahi yol göstericiyle çeliştiği takdirde, ne atalarının ne de başka kişilerin ortaya koydukları gelenek ve kurallar Müslüman için hiçbir anlam ifade etmez. Fakat insanların bir kısmı büyük bir gaflet perdesi altında kendi bildikleri şekilde dini yaşamaya devam ederler. Bu şekilde dini yaşayan kişilerin düştükleri durumu Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle haber verir:


“Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (Lokman Suresi, 21)

Bazı insanlardaki gaflet perdesinin kalkması, batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uygun din ahlakının yaşanmasını sağlamak için kullanılacak yöntemlerden biri de telkindir.

Din Ahlakı Telkinle Diri Kalır, Anlatımla Güçlenir
Yüce Allah’ın insanlar için seçip beğendiği İslam dini; insanların üzerindeki tüm külfeti, kısıtlayıcı, sınırlayıcı, insanlara zorluk getiren ağırlıkları kaldıran demokrasi ve özgürlüğün gerçek kaynağı olan bir dindir. İslam dininin hiçbir karmaşıklığı ve anlaşılamayacak hiçbir yönü yoktur. Normal bir insan çok kısa bir zamanda İslam dinini çok güzel kavrar. Bir kişiye, salih kulları için herşeyi hayırla yaratan Allah’ın kendisi için belirlediği kadere teslim olması, herşeyde sadece O’nun rızasını arayarak O’na yönelmesi gerektiği çok detaylı olarak anlatılsa çok kısa sürede İslam ahlakının temel konularını anlayabilir. Din ile ilgili anlatımlarda bu şekilde detaylara girilmesinin nedeni, karşıdaki kişinin daha çok düşünmesini sağlamak ve sürekli olarak dikkatini açmaktır. Nitekim aklı gaflet perdesi ile kapalı olan bir insanın evrendeki her varlığın ve gerçekleşen her olayın sahibi olan Yüce Allah’a güvenip dayanması ve O’nu dost edinmesi için detaylı bir anlatım yapılması bu kişinin hayatı boyunca yaşadığı korkuların, endişelerin, sıkıntıların ve zorlukların kalkması için gereklidir. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için din ahlakının getirdiği en önemli kolaylık ve güzelliklerden biri budur. Zaten Allah, tüm emir ve hükümlerini insanların fıtratlarına en uygun şekilde bildirdiğinden, bunların uygulanmasında hiçbir bir zorluk bulunmamaktadır. Allah, Kuran’da din ahlakının kolay olduğunu, bu üstün ahlaka tabi olanların işlerini kolaylaştıracağını şöyle bildirir:


“… O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)...” (Hac Suresi, 78)

Telkinle İnsanların Dikkati Keskinleşir
Gaflet perdesi içinde olan insanların en belirgin özelliği, Kuran’da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler. Sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Büyük bir çoğunluğu, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında düşünmezler. Düşünceleri sadece kişisel çıkarları üzerine kuruludur. Bu nedenle gaflet içerisinde olan böyle bir kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Bu kişinin hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir.
Düşünmek, insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve bu eksiklerden dolayı içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olur. Bunun sonucunda ise doğruyu ve gerçeği aramaya başlar. Samimi olarak kendinde ve etrafında olan eksiklikleri görür ve bunları dürüstçe eleştirmeye başlar. Sonuçta hurafelerle dolu olan veya din ahlakından uzak olan yaşamından uzaklaşmaya başlar. Bu vesileyle örneğin namaz kılmayan biri namaz kılmaya başlar, bencil birisi bencilliğin çirkinliğini fark eder, sevgiyi yapmacıklık olarak gören birisi gerçek sevgiyi öğrenir, cahiliye ahlakını ve yaşamını hoş gören biri gerçekte bu yaşamın çirkinliğini, Müslümanların ise güvenilir insanlar olduklarını fark eder.

Telkin  Ömür Boyu Devam Eder
Gaflet içinde olan bazı insanların içinde bulundukları bu durumdan kurtulmaları Allah’ın dilediği zamanda gerçekleşir. Bazı insanlar gaflet halinden çok genç yaşlarda, bazıları ise  ileri yaşlarda kurtulabilir. Ancak gaflet perdesi kalktıktan sonra din ahlakını diri tutmak için yapılan telkinin ömür boyu devam etmesi gerekir. Çünkü insanlar doğdukları andan itibaren cahiliye ahlakı ve batıl din telkini alırlar. Bu nedenle söz konusu insanların ömürleri boyunca batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran ahlakına uygun din anlayışını öğrenmeleri, hayata bakışlarında ve yaşamlarında daima Kuran’ı ölçü olarak almaları için samimi din ahlakını telkin etmek önemlidir. İnsanlar hayatları boyunca gafletten kurtulmak için şu konularda kendilerine dini telkin yapabilirler:
  • Kuran okumak ve ayetler üzerinde düşünmek
  • Allah’ın din ahlakını öğrenmek ve yaşamak için verdiği imkanları değerlendirmek
  • Allah’ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek
  • Allah’ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek
  • Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek
  • Ölümü düşünmek
  • Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek
  • Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek
  • Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada sonsuza dek kalınacağını bilmek
Tüm bunların sonucunda sürekli Allah ile bağlantı içerisinde olan bir kişi, din ahlakına uygun en güzel karakter özelliklerini sürekli üzerinde barındırır. Kuran’da müminlerin bu üstün ahlakı şöyle bildirilmiştir:
“Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir.” (Hac Suresi, 24)


Sayın Adnan Oktar 7 Haziran 2011 tarihinde A9 TV ve  Kaçkar TV’de yayınlanan sohbetinde “insanlarda gaflet perdesinin kalkmasında telkinin önemi”ni şöyle anlatmıştır:
ADNAN OKTAR:  Evet, aslında din o kadar karmaşık, öyle günlerce anlatılması gereken, yıllarca anlatıldığında kavranan bir durum değil. Dini anlamak için normal bir insan en fazla bir haftada İslamiyeti çok güzel kavrar. En fazla bir hafta sürer. İşin doğrusu bir günde tam olarak anlar, bir gün oturtsan karşına, anlatsan anlar. Detaylara girmemizin nedeni, daha çok düşündürtmek, sürekli dikkati açmak. Din telkinle kaimdir, ne kadar çok telkin olursa, ne kadar çok anlatılırsa o kadar güçlenir. İnsanların dikkati keskinleşir, ufku açılır. O yönden önemli, mesela biz, iddia edilen Ergenekon terör örgütüne defalarca dikkat çektik. Bir süre sonra hakikaten bakıyoruz, insanlarda bu çok olumlu etki yapıyor. Bir süreye kadar sabreden bir insan, bakıyorsun çok samimi itiraflar yapabiliyor. Çok dürüstçe olayı ele veriyor, anlatabiliyor. Bakıyorsun o şeyden vazgeçebiliyor. Israrla namaz kılmayan bir insan, bakıyorsun birdenbire namaz kılmaya karar veriyor. Israrla doğru söylemeyen adam, bakıyorsun bir gün sürekli doğru söylemeye karar veriyor. Sevgiyi bilmeyen adam, bir de bakıyor sevgi çok güzel bir duygu, sevmeye ve sevilmeye karar veriyor. Egoist bir insan, egoistliğin çirkinliğini fark ediyor, “ne kadar pis, ne kadar kötü” diyor. Mesela sevdiği, güvendiği insanlara bir de bakıyor ki çok adiler, küfür içinde, ahlaksız, vicdansız. Bir de bakıyor ki karşı olduğu insanlar da çok güzel insanlar, müminler, Müslümanlar, çok şeker insanlar, çok iyi insanlar, bunu fark ediyor. Onun için, insanların böyle bir ince teli vardır, o koptu mu ondan sonra gerçekleri görmeye başlar; o perde yırtıldığında görür. O perde yırtılmadığında göremez, sevgiyi fark edemez. Mesela sevginin yapmacık bir şey olduğunu düşünür, sonra bir de bakar ki hakikaten sevgi denilen bir şey var. Egoistliğin  iğrençliğini fark edemez, egoistliği hak olarak görür; “tabiî ki egoist olacaksın” der. Halbuki gider bir de bakar ki, rezalet bir şey egoistlik ve onu çirkinleştiren, çökerten bir şey. Bazen bu iki yıl sonra anlaşılır, bazen üç yıl sonra. Onun için telkinin ömür boyu yapılması lazım. Bazı insanların 60 yaşında o perdesi açılır, kafasında bir netlik meydana gelir.


Gece gündüz anlatıyoruz anlamıyor, öyle bir şey yok. Ben mesela akademideyken Hasan Kaçan; o zaman Marksist’ti. Bütün komünistler; zaten doluydu okulun içi, komünist doluydu, komünist olmayan çok azdı, parmakla sayılırdı. Ben o zaman ona kitap da vermiştim, arkadaşlarına da kitap vermiştim. Anlattıklarım ona dolaylı olarak da gitti, bilgi olarak da gitti. Yıllar sonra Müslüman olduğunu söyledi. Mümin muttaki, namazında niyazında bir Müslüman oldu. Mesela ünlü yazarlar, felsefeciler, biz bunların çoğuna kitap gönderdik. Ama bir süre sonra mesela, bir yıl iki yıl sonra, üç yıl beş yıl sonra netice aldık. O andaki inkarlarına takılmamak lazım. Anlattım kabul etmedi, öyle bir şey yok. Beyninin kabul etmesi önemlidir, kendinin kabul etmesi önemli değildir. Lisanen kabul etmemesi ilk anda önemli değildir. Beyni kabul ettikten sonra iş bitti.


Aklı başında bir adama da hakkı anlatırsan, beyni kabul eder. Beynin kabulünü esas almak lazım. Mesela Hilmi Yavuz Hoca, bizim akademide Marksist düşüncedeydi. Biz anfide otururduk, ders verirdi bize, sohbet ederdi, İslam dinini eleştirirdi. Darwinizm’in, materyalizmin geçerliliğini anlatırdı, Marksist düşünceyi anlatırdı bize Hilmi Yavuz. Ben de ona götürüp kitap vermiştim Darwinizm’i eleştiren. Konuşmuştuk, sohbet etmiştik. Yıllar sonra Hilmi Yavuz Hoca 180 derece döndü, Marksizm’e karşı bir tavır aldı ve İslamiyet’i savunuyor şu an. Demek ki o devirde vicdanı kabul etmiş, aklı kabul etmiş. Dil olarak kabul etmedi o devirde, ama beyni kabul ettiği için sonunda beynine uydu. Öyle çok vaka var.
Bu yazı, bir Adnan Oktar makalesidir. Bu linke tıklayarak, Sayın Adnan Oktar'ın çeşitli konuları içeren tüm makalelerine ulaşabilirsiniz.

Jewish Times Gazetesi Röportajı



>>> Dinler arası diyalog diye bir konu yok. Zaten herkes Hıristiyan olsun, Musevi olsun, Müslüman olsun birbirleriyle bağlantı halinde olmak durumundadır. Yani dinin emridir bu, Kuran’ın emridir. Bu sonradan keşfedilmiş bir şey değil. Bunu Kuran bize emrediyor. “Onlarla en güzel şekilde konuş” diyor Allah. Tabii ki bağlantı halinde olacağız. Yemeğinize gideceğiz, siz bizim yemeğimize geleceksiniz, Kuran’ın emri bu. Peygamberimiz (sav) sürekli Ehl-i Kitap ile iç içeydi. Onlara şefkat gösterirdi. Dolayısıyla karşılıklı konuşmak, karşılıklı bağlantı zaten hem Tevrat’ta, hem Kuran’da olan Allah’ın hükmüdür. Mesela önümüzdeki günlerde birçok ünlü, tanınmış Haham gelecek buraya ziyaretimize. En güzel şekilde ağırlayacağız. Daha önce de gelmişlerdi, konuşmuştuk, ağırlamıştık. Sayın baş hahamı, Sayın İçişleri Bakanı’nı da davet ettim, inşaAllah şeref verirler. Onlar da düşünüyorlar ziyaret etmeyi. Onur duyarız, inşaAllah.

>>> Ben İsrail’i desteklediğim için birçok yobaz takımı bana kinleniyor. Ama iftihar ederim. Ben delikanlıyım, öyle şeylerden etkilenmem. Hakkı savunurum. Doğru bildiğimi yaparım. “Millet ne diyor? İnsanlar ne diyor? İşte ayıp olur, dengeleri güderim”, benim öyle bir derdim yok. Hak olan, güzel olan, doğru olan ne varsa ölüm pahasına olsa da yaparım. Nerede adaletsizlik varsa Allah için sevgiyle, şefkatle, ilimle, bilimle karşı koyarım.

>>> Türkiye halkının hepsi sevecen, tatlıdır, güzel huyludur, misafirperverdir, merhametlidir. Bunu Osmanlı döneminde de gösterdik. İspanya’dan Musevi kardeşlerimizi aldık getirdik, burada en güzel yerde, en güzel şehirde ağırladık. Arada hiçbir şey geçmedi. Aynı Osmanlı’nın evlatlarıyız. Aynı huyumuz, aynı kişiliğimiz devam ediyor. Gönlünüz rahat olsun. Hatta bakın bir örnek vereyim. Bu çok net örnektir. Füze kalkanı çalışması var biliyorsunuz Malatya’da. Malatya’nın Kürecik ilçesine kuruluyor bu füze kalkanı. Türkiye’yi korumak amaçlı ama birinci dereceden de bölgeyi korumak amaçlıdır. Ve dolayısıyla İsrail’i korumak amaçlıdır. Çok çok ağırlıklı olarak İsrail’i korumak amaçlıdır. Çünkü bir nükleer saldırı durumunda füzelerin engelleneceği yer Türkiye’nin üstünde olan bir bölgedir. Suriye’nin ve Irak’ın üzerinde olan bir bölgedir. Yani füzenin parçalanacağı bölge burasıdır. Bu inanılmaz bir fedakarlıktır, inanılmaz bir delikanlılıktır. Bakın başka insanların korunması için, İsrail’in korunması için, çok fedakarane bir tavırdır bu. Daha füze havadayken yakalanacak sistemi Türkiye kendi topraklarında kurduruyor. Ve burada da asıl amaç, birinci dereceden ben açıkça söyleyeyim İsrail’dir. İsrail’in korunmasıdır. Ve İran’ın yapacağı muhtemel saldırıya karşıdır. Bunu da açıkça söyleyeyim. Ben kapalı konuşmam. Ben böyle lafı evirip çevirmem, çok net konuşuyorum. Başka yönden gelecek bir saldırıya yönelik değildir. Yani özellikle İran’dır. Çünkü Kuzey Kore çok uzak. Zaten Kuzey Kore asıl amaç değildir. İran amaçtır ve asıl korunacak yer de İsrail’dir. Çünkü İran başka bir ülke için şu an bir tehdit yönü düşünülemiyor. Ama yine de olabilir gibisinden düşünülüyorsa, o gözle de baktığımızda muhtemel bir füze saldırısında füzenin havada karşılanacağı yer Türkiye ve İran topraklarıdır. Irak ve Suriye topraklarıdır ve İsrail topraklarına füzenin düşmesini engelleyecek bir sistemdir. Bunun üstüne daha delil olur mu? Ben daha ne söyleyeyim?

>>> Agresif gibi görünen şeyler pratikte uygulanacak şeyler değildir. Ama PKK’ya karşı Türkiye’nin kendini savunması zaten hakkı. Çünkü psikopat bir örgüt PKK, ateist, dinsiz, Allah’sız, Kitap’sız bir örgüt, terörist bir örgüt, kan dökücü bir örgüt. Mazlumları devlet tabii ki koruyacak. Nefsi savunma yapıyor devlet. Ama onun dışındaki her türlü söz, her türlü faaliyet pratiğe yönelik değildir. Pratik olarak Türkiye hiçbir şekilde ne savaşa girer, ne kan döker ne de olay çıkartır. Ne millet buna müsaade eder, ne hükümet buna müsaade eder, ne ordu müsaade eder. Öyle bir olay olmaz.

>>> Ziyaretleri artıralım. Şimdi o yüksek dereceli Hahamlar gelecek. Onlarla basın toplantısı yaparız. Yine İçişleri Bakanı’nı bekliyoruz. Baş Haham efendiyi bekliyoruz. Böyle dostane, arkadaşça sohbetler, bu tip diyaloglar çözücü oluyor. Zaten dikkat ederseniz hemen bunun etkisini görmeye başladık. Süratle etkisini gördünüz. Yani bunun neticesini bugünlerde almaya başladık. Sizler de takip ediyorsanız bu açıkça görülüyor. Başbakanın son açıklamasını da gördünüz. Son derece şefkatli, savaşa karşı olan, kan dökmeye karşı olan, barışçıl bir mesaj verdi. Demek ki güzel netice alıyormuşuz.

>>> İsrail’in Filistinlileri öldürdüğü doğru. Bu açık, net olan bir şey. Filistin’in de onlara füze attığı, oradaki insanları öldürdüğü, intihar bombacıları olduğu, oradaki kadınları, çocukları öldürdüğü doğru. Bu ikisi de doğru. Biz bu ikisinin de olmaması için gayret ediyoruz. Kanı ortadan kaldırmak, barışı tesis etmek, sevgiyi tesis etmek. Çünkü bir taraf Hz. İsmail (as)’in evlatları, bir taraf Hz. İsrail’in evlatları. Birbirlerini kucaklaştırıp, kardeş edip, o uçsuz bucaksız bölgede bayram havasında, neşe içinde, sevinç içinde yaşamanız için gayret ediyoruz. Bunu yapacak olan da Shiloh’tur, Kral Mesih’tir yani Muhammed Mehdi (as)’dır. Başka yapacak kimse de yok. Biz de Hz. Mehdi (as) öncüsüyüz. Ben Hz. Mehdi (as) talebesiyim. Yani Kral Mesih’in talebesiyim. Onun için, Allah rızası için bu faaliyet içindeyiz, bu gayretler içindeyiz.

>>> İşin doğrusu has Yahudiler, samimi Yahudiler, dindar Yahudiler  İsrail’dedir. Türkiye’deki Yahudileri ben, hepsini tenzih ederim ama bir kısmını dindar olarak görmüyorum. Yani dindar değiller. Dinden uzak. Baş Haham’ın kendisi söyledi zaten. Türkiye’deki baş Haham söyledi; “dinle alakaları yok bir kısmının. Epey bir bölümünün dinle alakası yok” dedi. Ben dindar Musevileri esas muhatap alırım. Onlarla asıl bağlantım oluyor. Dindar olmayan bir kişiyle ben ne konuşayım? Çünkü Kral Mesih’ten bahsetsem, “kimden bahsediyorsun?” diyecek. Kuran’dan bahsetsem, Tevrat’tan bahsetsem “sen neden bahsediyorsun?” diyecek. Bir bağlantı noktası bulamayız. Çok zor. Ama tabii insani bir bağlantımız olabilir. Sohbet edebiliriz. Arkadaşça konuşmalarımız olabilir. İyi olmaları için gayret ederim, tebliğ yaparım. Ama benim asıl muhatabım dindar Musevilerdir. Mesela, baş haham efendiyi seviyorum. Oradaki dindar Hahamları seviyorum. Geniş bir dindar çevrem var İsrail’de. Müslüman kardeşlerimizden de geniş çevrem var, Hıristiyanlardan da geniş çevrem var. Hepsini çok seviyorum.

>>> Dünyayı Allah yönetiyor. Yahudi ve masonların dinsizleri vardır, Allah’sızları vardır. Masonların da dinsiz, imansızları vardır. Onlar deccal komitesidir. Hıristiyanların da dinsizleri onların içindedir. Müslüman’ın dinsizi de onun içindedir. Onlar deccal komitesidir. Yani anti-Mesih olanlar, anti christ olanlar. Şu an Mehdiyet onlara karşı mücadele veriyor. Samimi Museviler, dindar Museviler, dindar Müslümanlar, dindar Hıristiyanlar ittifak edip, bu Allah’sız, Kitap’sız deccal ordusuna karşı sevgiyle, ilimle, bilimle, akılla mücadele veriyor. Ateist, dinsiz Yahudiler oradaki Musevi kardeşlerimize kan kusturuyor İsrail’de. Biz bundan haberdarız.

>>> Türk halkının görüşü önemlidir. Türk halkının tamamı sevecendir, sevgi doludur, merhametli, şefkatli ve güzel huyludur. AK partililer de son derece candan, sevecendirler. Hükümetin içindeki insanlar da güzel huyludurlar. Bazen Tayyip Bey sert bir üslup kullanır. Ama kalbi yumuşaktır. Yani merhametli bir insandır, şefkatlidir. Çocukları sever, yaşlıları sever, insanları sever, kandan nefret eder. Bugünkü demecine dikkat etmediniz. Bugün bu demeciyle zaten benim anlattıklarımı, Mehdiyet’in anlatımını çok güzel vurguladı.

>>> (Türk İslam Birliği’nin) Osmanlı’ya bazı noktalarda benziyor. Ama Osmanlı ile hiç alakası yok. Çünkü burada devletler bağımsız devletler. Cumhuriyetler tarzında. Sadece sevgi, barış, kardeşlik konusunda bir birlik var, teröre ve anarşiye karşı birlik var, ekonomik destek birliği var. Birbirlerini koruyup-kollama birliği var ve herkese eşit mesafede olmak; Hıristiyanlara da, Musevilere de, Müslümanlara da. Yani Türk-İslam Birliği’nin ana modeli budur. Bu Mehdiyet’in modelidir. Kral Mesih’in modelidir. Tevrat’ta anlatılan, hadislerde anlatılan budur.Hz. Mehdi (as), Hz. Süleyman (as) gibi, King Solomon gibi dünyaya hükmedecek. Her yeri barış kaplayacak, kardeşlik kaplayacak. Kurtla kuzu aynı yerde yaşayacak, kavga bitecek, silahlar yok olacak.

>>> Hepinizi çok seviyoruz. Sayın Başbakan’a da selamlarımı sunuyorum. Her şeyin güzel olacağını, her şeyin iyi olacağını söylüyorum. Kral Mesih’in zamanındasınız. Artık o 3 bin yıllık çektiğiniz sıkıntı son buluyor. Sevginin, barışın, güzelliğin, iyiliğin her tarafı saracak inşaAllah. Bunun neşesi içerisinde olun, Filistin’le, bütün Arap ülkeleri ile iç içe, kardeşçe, güzel yaşayacağımız döneme giriyoruz, inşaAllah. Barışı, kardeşliği savunanlar, barışın ve kardeşliğin içinde olanlar, kardeşliği sevenler, iyiliği, güzelliği sevenler galip gelecekler. Şeytan’ın orduları mağlup olacaklar. Bundan sonra kavga, gürültü olmayacak. Bunun sevincini şimdiden yaşayabilirsiniz. Gereksiz tedirginliğe de gerek yok. El birliği yapıp bu kavga ortamını, bu gerilim ortamını yok edeceğiz. Yok, ediyoruz zaten görüyorsunuz. Alınan neticeleri de görüyorsunuz. Şeytan oyun oynamak istedikçe biz haytanın ayağını kırıyoruz, bacağını kırıyoruz, kolunu kırıyoruz ilimle, bilgiyle, sevgiyle. Dolasıyla bütün İsrail halkına, İsrail hükümetine, başbakana sevgilerimi sunuyorum. Bütün Filistinlilere, Müslüman kardeşlerime, Hıristiyanlara hepsine barış, iyilik, sevecenlik diliyorum. Allah hepinizi korusun.

Decaliyete müsaade yok, inşaAllah. Mehdi (as)’ın talebeleri kol geziyor. Hz. Hızır (as)’ın talebeleri kol geziyor, inşaAllah. Hz. Mesih’in talebeleri kol geziyor. Bütün dünyanın gözü önünde Mehdiyet inim inim inletiyor dünyayı, inşaAllah. Cayır cayır ahir zaman yaşanıyor ama birçok insan farkında değil. Bu da bir mucizedir. Bir çok insan da farkında tabii. Çok büyük olaylar olacak. Çok harika şeyler göreceğiz. Sonunda barış, kardeşlik dünyaya hakim olacak inşaAllah.



Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'de ''26 Eylül 2011'' tarihindeki sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz. 


Milli Eğitim


Şimdi ilkokullar, ortaokullar başladı. Devlet kitaplarına baktım. Darwinizm, materyalizm zibil gibi. Sular seller, istediğin kadar. Neresini açsan Darwinist, materyalist eğitim ve anlatım var. Adamlar da onun üstüne işte Marksist düşünceyi, Leninist düşünceyi oturtuyorlar. Zaten Darwinist, materyalist olduktan sonra Marksizm onun üstüne kuruluyor. Çünkü Marksizm zaten diyalektiği anlatıyor. Devletin kitapları da diyalektik materyalizmi anlatıyor. Devlet böyle bir konuda taraf olamaz. Diyalektik felsefeyi devlet savunamaz… Ateizmi savunamaz, Darwinizmi savunamaz. 

Her iki görüşü de ortaya koyması lazım devletin. Yaratılışçılığı devlet okutmuyor. Hiç gördünüz mü “350 milyon fosil var, yaratılışı ispat eder” diye gördünüz mü? Yok. “Bir protein tesadüfen meydana gelemez. Proteinin molekül yapısı budur. Proteinin oluşması için proteine ihtiyaç vardır” diye yazdığını gördünüz mü kitaplarda? Göremezsiniz. Ama tesadüfen oldu diye anlatır devletin kitapları. “Ondan sonra da terör oldu” diyorlar. Abdullah Öcalan, “ben daha önceden namaz kılıyordum, dindardım, siyasala gittim. Bana komünistliği öğrettiler etrafımdakiler. Kitaplarda Darwinizm, materyalizmi öğrendim, ateizmi öğrendim” diyor. Allah’sız, Kitapsız olduğunu söylüyor. Ondan sonra komünist olduğunu söylüyor Abdullah Öcalan. Kendisi anlatıyor adam. “Ben daha önce dindardım. Materyalist düşünceyi bilmiyordum. Komünizmi öğrendim, komünist oldum” diyor. Anlatıyor adam. Cevabı verilmezse böyle olur.

Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'de ''26 Eylül 2011'' tarihindeki sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz. 


Müsaade Etmeyiz!


(Apo’nun) Stratejisi, taktiğini Lenin belirlemiş. Bunun ayrı bir ideolojisi, ayrı bir düşüncesi yok. Adam diyor “Marksistim ben, komünistim, Leninist, Stalistim” diyor. Yani “Stalin, Lenin ne diyorsa ben onu yapıyorum” diyor.  “Yeni bir ideoloji çıkarttım, yeni bir felsefe çıkarttım, yeni bir inanç çıkarttım demiyor” adam. Öyle bir konu yok. komünizmin uygulayıcısıyım diyor. Açık açık da söylüyor. Çok fazla sözü var. Stalin hayranı olduğunu söylüyor. “Stalin ne yaptıysa aynısını yapacağım” diyor. Bu kadar açık. Bu saf bir görüş olur. Saf bir bakış açısı olur. Yakışmaz. Aklı başında  olayı değerlendirmek lazım.

Bakışı komünist, Leninist, Stalinist. Bu kadar. Darwinist, materyalist. Ayrı bir inancı yok. “Bunu uygulamak istiyorum” diyor adam. “Müsaade ederseniz. Az müsaade et” diyor. Biz de müsaade etmiyoruz. Bu kadar. Yani İngilizler de daha önce işgal etmişti Türkiye’yi, Fransızlar işgal etmişti. Adamlara müsaade mi edelim? 

Ne diyeceğiz? “Arkadaş uygun bir şekilde gidin” dedik ve gittiler. Şimdi PKK’ya da aynı şeyi söylüyoruz. Olmaz. Güzellik istiyorlarsa buyursunlar İttihad-ı İslam’a, buyursunlar Türk-İslam Birliği’ne. Özgürlük istiyorlarsa buyursunlar İttihad-ı İslam’a, demokrasi istiyorlarsa buyursunlar İttihad-ı İslam’a. Zenginlik istiyorlarsa, iyilik istiyorlarsa, refah istiyorlarsa, barışın, güzelliğin, bütün iyilikleri istiyorlarsa, kim istiyorsa buyursun İttihad-ı İslam’a. Parçalanma, bölünme felaket getirir. Kurdun dişine kıyma haline gelmiş olurlar. Bu olmaz.


Mutluluk için, güzellik, iyilik için tek çözüm İttihad-ı İslam’dır. Aksini savunan bana gelsin söylesin. Var mı uçsuz bucaksız özgürlük gibi, var mı uçsuz bucaksız güzellik gibi? Herkesin refah ve zenginlik içinde olduğu, sınırlar açık, ferah, İsrail, Ermenistan, Türkistan, Kazakistan, Tacikistan, hepsi huzur içerisinde, Türkiye huzur içerisinde, Kürt kardeşlerimiz zaten bizim canımız ciğerimiz, bölgenin en tatlı, en güzel insanları, en nezaketli, en hoş insanları bütün Türk milleti gibi. Efendiliğin, iyiliğin, güzelliğin sembolüdür o insanlar. Onların hakkı özgürlüktür. 


Yıllardan beri baskıdan, çileden canları yandı. Sürekli tecrit, sürekli duvarlar, hepsini kaldıracağız. Ferahlık, barış ve güzellik içinde yaşayacaklar. O Kürt sevimli, minik köfteler var, ufaklık, koşturuyorlar falan oradan oraya. Ayakları çıplak benim o canlarıma İtalyan ayakkabı giydirteceğiz. Böyle en kalitelisinden inşaAllah. Marka kıyafetler giydirteceğiz benim canlarıma. En kaliteli üniversitelerde okuyacaklar. En güzel yerlerde eğlenecekler. En güzel yiyecekleri yiyecekler. Bir sürünmeden başka bir sürünmeye geçirmek istiyorlar. İddia edilen Ergenekon terör örgütü ayrı bir ezdi. Bir de komünistler “biz ezelim, geri kalanını da biz tamamlayalım” diyorlar. Yok öyle şey arkadaş. Müsaade etmiyoruz. 


Benim kardeşim onlar, bizim canlarımız. Kürt anneler başı kapalı ne kadar nezih anneler. Kürt dedeler hep sakallı, dindar, hep Allah’tan, dinden bahseden namuslu, haysiyetli insanlar. Komünistlerin elinde ne işi var onların? Komünistlere bir tanesini bile teslim etmeyiz. Bırakacaklar bu kafayı. Bu bir çirkinlik. Gasp etmek istiyorlar milletimizi. Müsaade etmiyoruz. Kurtuluş Türk-İslam Birliği’ndedir, İttihad-ı İslam’dadır. Bunun dışında bir yol olmaz.

Bu yazı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'de ''25 Eylül 2011'' tarihindeki sohbet programından alınmış bir bölümdür. Sohbetin tamamını http://www.a9.com.tr  adresinden seyredebilirsiniz.